ŞABAN PEKERİN KALEMİNDEN DEPREM RİSALESİ

ZİLAL SÜRESİ

1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman,

4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.

5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.

6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.

7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.

8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.

Bu yazımızda Bediüzzaman'ın deprem hakkında yazdığı risalesini bölümler şeklinde yayınlayacağız. Bediüzzaman kendi zamanında olan depremlerin manevi sebeplerini yazmıştı. Biz bu risaleyi günümüze kıyas ederek, düşünerek ve ibrek alarak okuyalım.

Şu sure kat’iyyen ifade ediyor ki: Küre-i Arz, hare­ket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.

Birinci Sual: Bu büyük zelzelenin maddî musibe­tinden daha elîm manevî bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet ekser halkın ekser memlekette gece istirahatını selbederek dehşetli bir azab vermesi nedendir?

Yine manevî cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş’e ve sürur ile sarhoş­çasına gayet heveskârane şarkıları ve bazan kızla­rın sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedarane işittiril­mesi, bu korku azabını netice verdi. 

İkinci Sual: Niçin gavurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor? Bu bîçare müslümanlara iniyor?

Elcevab: Büyük hatalar ve cinayetler te’hir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler ta’cil ile küçük merkez­lerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı a’zamı, Mahkeme-i Kübra-yı Haşre te’­hir edilerek ehl-i imanın hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir. 

Üçüncü Sual: Bazı eşhasın hatasından gelen bu mu­sibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fi­ilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olma­sıyla ma­nen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet ve­rir.

Dördüncü Sual: Madem bu zelzele musibeti, hatala­rın neticesi ve keffaret-üz zünubdur. Masumların ve hata­sız­ların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder?

Yine manevî canibden elcevab: Bu mes’ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi:

 وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً

Yani: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”

Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mü­cahede ile Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevî te­rakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

Madem mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor. Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?

Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o ma­sumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni ha­yatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.