GÜCÜN AHLAKI MI?
AHLAKIN GÜCÜ MÜ?
200 yıl evvel batılı sömürgecilerin karşısında toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı, meselenin özüne inmeden batıyı olduğu gibi taklit etmeye başladı. Batının ilmini, tekniğini almak için batıya gönderilen zamanın aydınları da Osmanlı’ya düşman olarak geri döndüler. Batının yaşam tarzı ilericilik zannedildi. Ta ki Osmanlı yıkıldı. Yerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bütün İslami değerlere tamamen sırtını çevirerek batıyı körü körüne taklit etti. Fakat bunların hiçbiri çare olmadı
Ülkemiz kendini, dinini, insanını, tarihini, coğrafyasını inkâr bunalımına girdi. Batı ne derse onu mutlak olarak kabul etti. Sömürge haline gelen memleketlerde batının üstünlüğünü, dinin geriliği, bilimin yüceliği öğretildi. Okumuş insanlar kendi insanlarına, inançlarına tepeden bakmaya başladılar. Batılı gibi giyindik, olmadı. Onlar gibi yaşadık, olmadı. Demek ki mesele onlar gibi giyinmek ya da yaşamak meselesi değildi. Mesele zihin yapısıydı.
Batı son 300 yıldır maddi gücünü artırırken asla ahlaklı davranmadı. Ahlaklı olmak için bir derdi hiç olmadı. Bugün de aynı şekilde. Batı sadece hep “ben” dedi. Sadece “ben” diyen, nefsini ilahlaştıran başkasının canına, şerefine, hakkına-hukukuna, insanlığına bakmaz. Kendi çıkarlarına, kendi varlığına, kendi zevklerine bakar. Bunun için kendinden olmayanların nazarlarında bir kıymetleri yoktur. Yalan ile entrika ile kaba kuvvet ile fitne ile hep bugünlere geldi.
Bilimsel gerçek ile ilgilendiğini söyleyen araştırmacılar insanları daha çok öldürecek, daha çok hastalandıracak, daha çok yoksullaştıracak teknolojileri üretmekten geri durmadılar. Batı, ilaç ürettiğinde de, silah ürettiğinde de “en çok çıkarı nasıl elde ederim” diye düşünür. Bu ahlaksız çıkar yüzünden onların kitabında asla merhameti, şefkati, hoşgörüyü bulamazsın.
Zulmü, yıkıcılığı, şeytaniliği doğru ve güzel gösteren söylemler üretilir. Buna o kadar çok örnek vardır ki… Mesela batılı bir güç, bir ülkeyi işgal ederken orayı “özgürleştiriyoruz” der. Kadını metalaştırırken “kadının zincirlerini kırıyoruz” der. Batı “demokrasi ve özgürlük” söylemlerini dilinden düşürmezken, Yahudilerin, Filistinlileri veya batının Suriye ve Irak’taki Müslümanlara yapılanları görmezden gelir. Hatta bu zulümleri teşvik eder ve bu zulümlerin içerisindedir.
Müslümanlar uzun süre hem batı, hem de batının kurduğu düzenlerde büyük sıkıntı çektiler. Bir gazete, bir dergi, bir televizyon kuracak güçleri yoktu. Samimi dindarlardan toplanan mütevazı bağışlarla topluma hizmet etmeye çalıştılar. Fakat son 20 25 yılda mütedeyyin kesimin maddi gücü artmaya başladı. Gazeteleri de oldu. Televizyonları da. Şirketleri de oldu, okulları da. Ama bu kez samimiyet, muhabbet, safiyet kayboldu. O medyada, şirketlerde öncelik para olunca ahlak geri planda kaldı. Müslümanlar özünden uzaklaştı.
Bugün millet olarak, ümmet olarak geldiğimiz noktada uyanışlar başladığı gibi sapık ideolojiler de çoğalmaya başladı. Karşımızda büyük tehlikeler var. Eskiden bu tehlikeler İslam düşmanları tarafında gelirdi. Fakat bugün kendi içimizde, yolda beraber yürüdüklerimiz arasında tehlikeler baş gösterdi. İçimizde beynini ve düşüncesini batıya endekslemiş ya da satmış bu kişiler ahlaki bir kişiliği olmayan tiplerdir. Maalesef Müslümanlar “ahlakın gücü”nden kopup, “gücün ahlakı”na teslim oldular. Oysa batıda gücün ahlakı vardı zaten. İslam’da ise ahlakın gücü.
Nitekim Rasulüllah Efendimiz (sav) Allah’ın dinini tebliğe başladığında maddi gücü yoktu. Hem yetim, hem öksüzdü. Zengin de değildi. O’nun en büyük gücü ahlakıydı. Bunun için kâfirler O’nun Risalet’ini inkar ederken bile O’nun şahsiyetine, ahlakına bir söz söyleyemediler. Madem Peygamber Efendimizi (sav) bizim için her hususta en büyük örnektir. O halde Müslümanların güç ve ahlak hususunda O’nu örnek alması gerekir.
Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği dinin kendi ömrü içinde ve Raşit halifeler zamanında yayıldığı coğrafyaya bakarsak, İslam’ın güçten ziyade ahlak ile yayıldığını görürüz. Müslümanlar tüccar, gezgin, âlim hatta asker olarak gittikleri her yerde önce kalpleri fethettiler.
Bugün Müslümanların güce ihtiyacı var. Daha zengin, daha müreffeh, daha sağlam olmalılar. Ama biz gücü de yanlış anlıyoruz. Güç sadece para-pul, bina, siyaset, nüfus değildir. Eğer ahlak olmazsa bunlar bir işe yaramaz. Ahlaklı olmayan bir nesil gücü ele geçirdiği zaman yapılan tüm güzel şeyleri bir anda yok eder, siler. Ülke kaosa yuvarlanır.
Müslümanlar batı gibi ahlaksız bir gücü örnek alamaz. Yalan ile dolan ile talan ile güç kazanmak mübahtır diyemez. Ahlaktan bahsedip kendisi ahlaksız yaşayamaz. Biz batı gibi hem güçlü hem suçlu olamayız.
Müslümanların gayesi sadece güç kazanmak değildir. Gaye; iyi kul olabilmektir. Allah’ın ahkâmına, Resulü Zişan’ın ahlakına bağlanmaktır. Niyeti de, gayreti de bunun için sarf etmektir. Dünyevi güce herkes kötülükle, şer ile ulaşabilir. Asıl marifet, iyi ve doğru, yani ahlaklı kalarak güçlü olmaktır. Bunun için adalete, ehliyete dayanmak ve doğruyu yayıp yanlıştan sakındırmak dışında kazanılan hiçbir güç meşru olmaz.
Not: Bu yazı Savaş Barkçın isimli yazarın Kalbin Aklı kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.