SEN OLMASAYDIN
Bir nur ki; gökte Ahmet, yerde Muhammed;
Sen olmasaydın, âlemler karanlıklar içinde kalırdı.
Sen olmasaydın, yolumuzu şaşırırdık.
Sen olmasaydın, doğru ile yanlışı bilemez ve ayırt edemezdik.
Sen olmasaydın, hak ile batılı karıştırırdık.
İnsanlığın zihin ve fikir dünyasında en büyük inkılab Peygamberimiz (s.a.s)’in gelişiyle gerçekleşti. O geldi, karanlıklar aydınlandı. Cahiliye dönemi, asr-ı saadet oldu. O geldi, zulüm adalete dönüştü. Her hak sahibine hakkı verildi. Zayıflar, güçsüzler, yeniden insan olmanın saygınlığını kazandı. Yetimlerin, öksüzlerin ve kimsesizlerin yüzü güldü. Diri diri toprağa gömülen kız çocukları hayat buldu. O geldi, evler, sokaklar, şehirler huzur ve güvenle doldu.
Allah (cc) seni âlemlere rahmet olarak gönderdi. (Zariyat, 56). Sen insanlara şefkatli idin. Yüzünden hiçbir zaman tebessümün eksik olmazdı. Sana gelen sende hayat bulurdu. Sen insanların kurtuluşu için gece gündüz çalışır adeta kendini paralardın. Sen; adaletin, doğruluğun, güvenilirliğin yeryüzünde mücessem olan şekliydin.
O, insanları Kur’an’la diriltmiş, hikmetiyle yeşertmiştir. Onun kemal mertebesine ulaşmış tavır ve davranışları, insanlık için bugün de yol gösterici boyut ve güçtedir.
Örnek alınacak birisi varsa o da şüphesiz Allah’ın elçisidir. “Andolsun, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
O bize yol gösterdi. “Size iki şey bırakıyorum ki, onlara tutunduğunuz müddetçe asla dalâlete düşmezsiniz: Allah'ın kitabı ve Peygamberi'nin sünneti.” (Muvatta, Kader, 2618)
Merhum Mehmed Akif’in:
“On dört asır evvel yine böyle bir geceydi.
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi.
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler.
Hâlbuki kaç bin senedir beklemedelerdi!”
Diyerek tarif etti insanlığın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa’nın doğumunu 10.07.2022 cumayı cumartesine bağlayan gece idrak edeceğiz.
Şair Arif Nihat Asya’nın Naat’ındaki seslenişi ile seslensek Efendimize (s.a.s):
“Gel, ey Muhammed (s.a.s), bahardır…
Dudaklar ardında saklı aminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel; Mi’râc’dan iner gibi gel,
Bekliyoruz yıllardır!” desek. Davet etsek O’nu günümüze. Eğitim hayatımızla, ailemizle, mahalle ortamımız ve komşuluk ilişkilerimizle ve ticaretimizle Efendimiz (s.a.s)’i karşılamaya hazır mıyız?
Sevgili Efendimizi evimize davet etsek! Ya da gönül rahatlığıyla Sevgili peygamberimizi evimize davet edebilir miyiz? Çarşımıza, pazarımıza, işyerimize, okulumuza davet edebilir miyiz? Acaba canımızdan çok sevdiğimiz, Allah’ın habibim dediği, yüce ahlak üzere olan sevgili peygamberimiz bizler için işte bunlar benim “sadık” ümmetimdir der mi? Ümmeti için üzülen ve gözyaşı döken peygamberimiz için, onu üzmeğe ve incitmeye hakkımız var mı?
Mevlid-i Nebi’nin yıl dönümünde her birimiz şu soruları kendimize soralım. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e gerektiği gibi inanıp, en çok onu seviyor muyuz? Ona hakkıyla itaat edip emanetine sahip çıkıyor muyuz? Hayatımızı onun sünneti doğrultusunda inşa edip güzel ahlakını kuşanıyor muyuz? Onun yaşlılara karşı saygı ve hürmetini, çocuklara karşı sevgi ve şefkatini, insanlara karşı nezaket ve merhametini taşıyor muyuz? Her daim ahlak, adalet ve faziletin yanında yer alıyor muyuz? Her türlü kötülüğün, şerrin ve batılın karşısında duruyor muyuz? Yüce Rabbimizin övgüyle söz ettiği “en hayırlı ümmet” olmak için çalışıyor muyuz? Allah Resûlü’nün davetini bütün insanlığa ulaştırmak için yeterince gayret gösteriyor muyuz?
Sevmek bedel ister. Sevdiğimizi iddia ediyorsak gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. O’na tabi olmak, yoluna râm olmak durumundayız.
Yazımı şu ayeti kerime ile bitirmek istiyorum: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”(Ahzap, 45-46)