HAYATIN KAÇINILMAZ GERÇEĞİ “ÖLÜM”
Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak Müslüman olarak can verin. (Âl-i İmrân, 102)
Ölüm! O demdeki perdeler kalkar, perdeler iner.
Azrail’e hoş geldin diyebilmektir hüner. (Necip Fazıl Kısakürek)
Ölüm, bu fani âlemden, öteki baki âleme geçiştir. Hakiki vatana gitmeye vesiledir. Günler su gibi akıp giderken, her geçen gün bir adım daha ahiret yurduna doğru yaklaşılmaktadır. Bu sebeple inanan kimse hayatın her karesini kulluk şuuruyla geçirmeli. Ölüme her an hazır olmalıdır. Bir şiir de şöyle denilmiştir:
Saatin zinciri bitince eylemez tık tık,
Vakti gelince ruha derler çık çık,
Hakk’a kulluk eyle, zira
Ahirette dinlemezler hık mık.
Müminler, hayatı boyunca hazırlık yaptığı ölümle karşılaşmaktan korkmaz. Canını almaya gelen melekler kendisine selam verip, onu cennet nimetleriyle müjdelerler. Melekler, müminlerin canlarını alırken güzel davranırlar. Ruhu bedeninden yumuşakça çekip alırlar.
Hayatı boyunca Allah (cc)’a isyan eden kâfirler ve münafıklar ise kaçtıkları ölüme ansızın yakalandıklarında çok şiddetli sarsıntılar içine düşerler. Melekler, ellerini ona doğru uzatır ve onu alçaltıcı ve yakıcı bir azap ile müjdelerler. Yüzüne ve sırtına vura vura canını alırlar. Ruhu en derin acıyla sökülür. Ruhu köprücük kemiklerine kadar çekilir. Canı o inkar içindeyken zorluk içinde çıkar. Ölümle yüz yüze geldiği andaki imanı kabul edilmez.
Gafil kişi, dünya işleriyle fazlaca uğraştığından ötürü ölümü düşününce onu çirkin görür. Dünya şehvetinden, zevklerinden geri kalırım düşüncesiyle ölümü istemez. Hatta ondan korkar. Ölümden korkmak imanın zayıflığının göstergesidir.
Bu durumda iken ölüm sarhoşluğu kaçınılamaz bir gerçek olarak çöküverir; "İşte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir!" (Kâf, 19)
Hayat boyu “ben” dediğimiz ve sahiplendiğimiz o beden, sıradan bir et parçası haline gelmiştir. Ölümümüzle birlikte bedenimizi başka insanlar taşımaya başlayacaklardır. Etrafında ağlayanlar, “daha dün buradaydı, dağ gibi adamdı, zamansız gitti” diyenler olacaktır. Cansız bedeni alıp gasil haneye götüreceklerdir. Yıkanma işlemi bittikten sonra beyaz kefene saracaklardır seni. Sonra cenaze namazın kılınacak. Er veya hatun kişi niyetine diyecekler. Artık makam, rütbe, makam kalmamıştır. Nasıl bilirdiniz sorulacak. Salih amellerin varsa hep bir ağızdan iyi bilirdik cevabı verilecek. Eğer Rabbine kulluk görevini ihmal etmişsen başlar öne eğilecek, bazıları zoraki, yapmacık, kısık sesle iyi bilirdik diye cevap verecekler. Onların nasıl cevap verdikleri önemli değil. Rabbin seni nasıl karşıladı. Asıl önemli olan bu. Sonra seni mezarlığa götürecekler. El üstünde taşınacaksın. Senin için açılan o kuyuya seni koyup üstünü örtecekler. Etrafında üzülenler olacak o anda. Ama günler geçtikçe unutulacaksın. Artık ismin ve cismin dünyada olmayacak. Yalnızsın. Sadece yanında dünyada iken önemsediğin amellerin olacak. Onlarla teselli bulacaksın. Keşke daha fazla salih amel işleseydim diye hayıflanacaksın.
Mezarlık her zamanki gibi derin sessizliğe bürünecek. Sevdiklerin dâhil herkes kendi hayatlarına geri dönecekler. Kendi işleriyle meşgul olacaklar. Sen unutulacaksın. Ölen kimse için hayatın hiçbir anlamı kalmamıştır artık. Dünyadaki hiçbir güzellik, ev, araba, makam, rütbe artık anlamını yitirmiştir. Bizim dediğimiz bedenimiz böceklere, yılanlara, akreplere yem olmuştur artık.
Ölü kabre konulduktan sonra kabri ona, “yazıklar olsun sana ey âdemoğlu! Muhakkak benim hakkımda uyarılar aldın. Darlığım, ürkütücülüğüm seni kötülüklerden sakındırmadı mı? Peki benim için neler hazırladın. Yanımda kibirli kibirli yürürken seni aldatan neydi” der.
Şöyle de: "Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir." (Cuma, 8)
Bediüzzaman ölüm hakkında şunları söylemiştir. Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur.
Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
"Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir. (Bediüzzaman)
Şimdi de ölüm ile ilgili ayet ve hadisleri aktaralım:
Size hayat veren, sonra sizi öldürecek ve sonra sizi diriltecek olan da O’dur. İnsan gerçekten pek nankördür. (Hac, 66)
Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. (Neml, 80)
“Nihayet o müşriklerden birine ölüm gelip çatınca:
Rabbim, der. Ne olur beni dünyaya geri gönder. Ömrümü boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım.
Hayır, hayır. Onun bu söyledikleri boş lâftan ibarettir. Tekrar dirilecekleri güne kadar onların önlerinde bir engel vardır, geri dönemezler.
Sûra üflendiği zaman artık aralarında soy sop ilişkisi kalmaz. Birbirlerinin hâlini de sormazlar.
Kimin yaptığı iyilikler ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Kimin yaptıkları da hafif gelirse, işte onlar zarara uğrayanlardır. Onlar cehennemde devamlı kalacaklardır.
Bunların yüzlerini ateş yalar da dişleri sırıtır kalır. Allah Teâlâ onlara:
- “Benim âyetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız, değil mi?” der. Derler ki:
- Rabbimiz! Azgınlığımız bizleri altetti. Biz sapıklık içinde kalmış bir kavim olduk.
Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar! Eğer tekrar önceki hâlimize dönersek, kendimize zulmetmiş oluruz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
- “Alçaldıkça alçalın orada. Bana artık bir şey söylemeyin! Çünkü kullarımdan bir grup insan: Rabbimiz, biz iman ettik, bizi bağışla. Bağışlayanların en iyisi sensin, demişlerdi. Fakat siz onlarla eğlenir, beni anmayı unutarak onlara gülerdiniz. Sabrettikleri için bugün ben onları mükâfatlandırdım. Onlar muradlarına erenlerdir.”
Allah Teâlâ inkârcılara:
- “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar.
- Bir gün veya daha az bir zaman kaldık; sayanlara sor, derler. Allah Teâlâ da onlara şöyle buyurur:
- “Pek az kaldınız. Keşke bunu bilseydiniz (dünyaya tapmazdınız). Sizi boşuna yarattığımızı, bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn sûresi, 99-115)
Hz. Ali içinde bulunduğumuz hali, bizi kuşatan gerçeği ne güzel dile getirir:
“Dünya bir sona doğru başını alıp gitmekte, âhiret ise koşarak bize doğru gelmektedir. İnsanlar arasında dünyanın da âhiretin de isteklileri vardır. Siz âhireti istemeye bakın. Günü gün etmeyin. Bugün hesap günü değil, iş günüdür. Ama yarın artık iş yok, yalnız hesap vardır.” (Buhârî, Rikâk 5)
Birbiri peşinden gelip giden mevsimler, etrafımızda olup bitenler, her yıl değiştiğini gördüğümüz aynadaki yüzümüz, dökülen ve ağaran saçlarımız bir yere doğru gittiğimizi bize hatırlatır. Fakat gerçekler bizi korkuttuğu için, bu hatırlatmayı görmezden geliriz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, bu duyarsız halimiz gerçekleri hiç değiştirmez.
"Son sözü La ilahe illallah olan kimse Cennet'e girer" (Müslim, Cenâiz, 1, 2; Ebû Davud, Cenaiz, 16).
Not: Bu yazının bir kısmı Selim Çoraklı’nın nasihat istersen ölüm yeter” kitabından iktibas edilmiştir.